Merhaba.
Bu yazı başladığından bambaşka bir yere gidecek, baştan söyleyeyim.
Çünkü dün başladım, bugün tamamladım. Dünden bugüne o kadar çok şey oldu ki…
Dün buraya yazmaya başladığım konuyla ilgili evren karşıma neler çıkardı neler… Günlüğüme de neler yazdırdı neler…
Haydi, başlayalım.
Bu yazıyı okurken şu müziği de aç ;) İyi gidecek, güven bana.
Evrensel Yasalar Ne Anlatıyor?
Instagramın aksine, Substack’te blog yazılarını takip etmeye başladığımdan beri “hissettiklerimde yalnız değilim” duygusu sık sık beliriyor içimde. Takip ettiğim (veya etmediğim ama yine de görünen) kişilerin yazılarını okuduğumda beliren bu duyguyla beraber - yazıya bir kalp bırakmak yeterli gelmiyor bana - bir de yorum yapma isteği beliriyor.
Çok da ilginç(!) bir şekilde bana denk gelen yazı, o gün o yazıdan önce hissettiğim veya yaşadığım bir şeyle ilgili oluyor. Ve yazı bana o kadar geçiyor ki, şaşıp kalıyorum. Bazen hislerim ve düşüncelerim, çok uzaktan(!) gelen bir sesle, yazıyla ya da birinin paylaştığı bir anekdotla doğrulanıyor gibi hissediyorum. Evrensel yasaların bana anlatmak istedikleri var sanırım. (Bu yazıyı okumayı bitirdiğinde bu paragrafı yeniden okumanı rica ediyorum.)
Kalbinden/aklından geçen bir kişinin seni araması veya seni kalbinden/aklından geçiren kişiyi araman, bunu sık yaşamana rağmen her defasından buna şaşırman gibi bir şey bu da. Ama söz konusu blog yazısı olduğunda hakkında pek bir şey bilmediğin, organik olarak tanışmadığın bir kişinin yazısına “hissettiklerimde yalnız değilim” dedirtecek şekilde denk gelmek nasıl bir şey, çözemedim. Harika bir his, sadece onu biliyorum.
Kendi içsel dünyamızla ve evrenle bir tür ahenk içinde hareket ettiğimizde, doğru zamanda doğru yazılara, insanlara ve deneyimlere denk geliyoruz, sanırım.
‘Hissetiklerimde Yalnız Değilim’ Duygusunun Adı
Ad koymayı seviyoruz ya hani, beyin kategorize etmek istiyor ya hani… Ben de merak ettim Türkçe’de bir sözcüklük bir karşılığı var mı diye.
“Empati” diye tahmin ettiyseniz, değil. “Duygudaşlık” daha yakınmış.
Empati: Başkasının hissettiklerini anlama ve onların yerine kendini koyma becerisidir. Daha zihinsel bir süreçtir.
Empati yapabilmek için kendimizi bir süreliğine bir kenara bırakmamız ve karşımızdakinin dünyasına onu ziyarete gitmemiz gerekir. “O” olmak nasıl bir şey, buna yoğunlaşırız, çabalarız. “O” olabilmek için onun ihtiyaçlarının temeline inip bağlantı kurmaya, anlamaya çalışırız. Karşımızdaki kişinin kullandığı “söz”lerin O’nun için ne anlama geldiğini anlamaya çalışırız. Kısacası çaba vardır empatide.
Duygudaşlık: Başkasının hislerini anlamanın yanı sıra, o duyguları bizzat hissetme halidir. Daha çok bir duygusal bağlantıya dayanır.
Aynı veya benzer duyguları hissetme durumu… Burada anlayama çalışma yoktur, çaba yoktur. Çabasızca hissederiz karşımızdakinin ne yaşadığını, bağlamlarımız farklı olsa bile.
Dünya’dan Örnekler
‘Hissettiklerimde yalnız değilim’ duygusu, insanın diğerleriyle bağ kurma, ortak deneyimlerin farkında olma ve evrensel bir aidiyet hissi ile ilgili, evet. Ama bu şu anlama da geliyor: Bizler bazen bazı duyguları yaşayan tek biz olduğumuz yanılgısına düşüyor, sokakta yanımızdan geçen insanların da karmaşık hayatları, duygu ve düşünceleri olabileceği detayını unutuyoruz. Aslında ne biz spefiğiz, ne de duygumuz… Gayet ortağız. Hatta biriz.
Bu duygudan söz ediyorsak eğer mecburen, birbirine bağlı olmaktan, aidiyet hissinden, ortaklıktan, paydaşlıktan, paylaşmaktan, anlaşılmaktan, empatiden de söz ediyoruz , ister istemez.
Ubuntu (Zulu ve Xhosa dillerinde), sonder (İngilizce, modern bir terim), gemeinschaftsgefühl (Almanca, Alfred Adler’in bir kavramı), ya'arichut (İbranice), hygge (Danca) gibi farklı dil ve kültürlerde bazı kavramlar var. Ancak hiçbiri kendi başına bu duygunun karşılığı değil, sadece anlam olarak yakın.
Andy Weir’in Yumurta’sı
Şimdi seninle bir yazı paylaşmak istiyorum. Andy Weir’in yazısı… Selin Çıray’ın çevirisiyle…
Sonra da yorumu sana bırakıyorum.
The Egg
Öldüğünde evine gidiyordun.
Trafik kazasıydı. Özellikle dikkat çekici bir şey değil, ama yine de ölümcül. Arkanda bir eş ve iki çocuk bıraktın. Acısız bir ölümdü. İlk Yardım Ekibi seni kurtarmak için ellerinden geleni yaptı, ama işe yaramadı. Vücudun o kadar kötü bir şekilde parçalanmıştı ki, inan bana senin için bu daha iyi oldu.
İşte o zaman benimle tanıştın.
“Ne... Ne oldu?” diye sordun. “Neredeyim?”“
Durum tespiti olarak, “Öldün.” dedim. Kıvırmanın alemi yok.
“Orada bir... Kamyon vardı, kayıyordu...”
“Hı-hı,” dedim.
“Ben... Ben öldüm?”
“Hı-hı. Ama üzülme. Herkes ölür,” dedim.
Etrafa bakındın. Hiçlik vardı. Sadece sen ve ben. “Burası neresi?” diye sordun. “Öbür dünya mı?”
“Aşağı yukarı,” dedim.
“Sen tanrı mısın?” diye sordun.
“Hı-hı,” diye cevap verdim. “Ben Tanrı’yım”.
“Çocuklarım... karım,” dedin.
“Ne olmuş onlara?”
“İyi olacaklar mı?”
“İşte görmek istediğim bu,” dedim. “Daha biraz önce öldün ve ailen için endişeleniyorsun. İşte bu iyi bir şey.”
Bana büyülenmiş gibi baktın. Sana Tanrı gibi görünmüyordum. Adamın biri gibi görünüyordum. Belki de bir kadın. Belli belirsiz bir otorite figürü, belki. Yaradandan ziyade edebiyat öğretmeni.
“Merak etme,” dedim. “İyi olacaklar. Çocukların seni her yönünle mükemmel olarak hatırlayacak. Sana nefret besleyecek zamanları olmadı. Karın görünürde ağlayacak ama içten içe rahatlayacak. Dürüst olmak gerekirse, evliliğin dağılıyordu. Rahatlamış hissettiği için kendisini çok suçlu hissedecek, teselli olacaksa.”
“Ha,” dedin. “Peki şimdi ne oluyor? Cennete, cehenneme, bir yerlere gidiyor muyum?”
“Hiçbiri, ” dedim. “Reenkarne olacaksın.”
“Hı,” dedin. “Hintliler haklıymış demek,”
“Bir bakıma bütün dinler haklıdır,” dedim. “Yürüyelim”.
Boşlukta yürürken beni takip ettin. “Nereye gidiyoruz?”
“Belirli bir yere değil,” dedim. “Sadece yürürken konuşmak güzel.”
“O zaman bütün bunların amacı ne?” diye sordun. “Yeniden doğduğumda bomboş bir tahta olacağım değil mi? Bir bebek. Yani bütün deneyimlerimin, bu hayatta yaptıklarımın hiçbir manası veya etkisi olmayacak.”
“Hiç de değil!” dedim. “İçinde bütün geçmiş hayatlarının bilgi birikimini ve deneyimlerini taşıyorsun. Sadece şu anda onları hatırlamıyorsun.”
Durdum ve seni omuzlarından tuttum. “Ruhun, hayal edebileceğinden çok daha muhteşem, güzel ve büyük. İnsan aklı varlığının ancak çok küçük bir kısmını içerebilir. Bu sıcak olup olmadığını anlamak için parmağını bir su bardağına batırmak gibi. Kendinin çok küçük kısmını bir kaba koyuyorsun ve çıkardığın zaman yaşadığı bütün deneyimleri kazanmış oluyorsun.”
“Son 48 senedir bir insanın içindeydin, dolayısı ile uzanıp engin bilinçaltının devamını hissedebilmiş değilsin. Burada yeteri kadar kalırsak, her şeyi hatırlamaya başlardın. Ama her yaşamın arasında bunu yapmaya hiç gerek yok.”
“Kaç kere reenkarne oldum o zaman?”
“Oho, çok kez. Çok, çok kez. Ve bambaşka bir sürü hayata.” Dedim. “Bu sefer, milattan önce 5402’de yaşayan Çinli bir köylü kız olacaksın.”
“Bir saniye, ne?” diye kekeledin. “Beni zamanda geriye mi gönderiyorsun?”
“Yani, teknik olarak evet. Zaman, bildiğin üzere, sadece senin evreninde var. Benim geldiğim yerde işler farklı.”
“Senin geldiğin yerde?” dedin.
“Tabi ki”, dedim, “ben de bir yerlerden geliyorum. Başka bir yerden. Ve benim gibi başkaları var. Oranın nasıl olduğunu bilmek isteyeceksin, biliyorum, ama açıkçası anlatsam da anlamazdın.”
“Hı,” dedin, biraz hayal kırıklığına uğrayarak. “Bir saniye. Eğer zaman içerisinde başka başka yerlere reenkarne oluyorsam, bir noktada kendimle karşılaşmış olabilirim.”
“Tabi. Sürekli oluyor. Ama iki hayat da sadece kendi ömürlerinden haberdar oldukları için farkına bile varmıyorsun.”
“O zaman bütün bunların ne gereği var?”
“Cidden mi?” diye sordum. “Cidden? Bana hayatın anlamını soruyorsun? Biraz beylik bir soru değil mi?”
“Gayet akla yatkın bir soru,” diye ısrar ettin.
Gözlerinin içine baktım. “Hayatın anlamı, bu evreni yaratmamın tek sebebi, senin olgunlaşman.”
“İnsanoğlunu mu kastediyorsun? Olgunlaşmamızı mı istiyorsun?”
“Hayır, sadece sen. Bütün evreni senin için yaptım. Her hayatla beraber büyüyor, olgunlaşıyor ve daha büyük bir zeka oluyorsun.”
“Sadece ben mi? Diğerleri?”
“Başka kimse yok,” dedim. “Bu evrende, sadece sen ve ben varız.”
Bana boş gözlerle baktın. “Ama dünyadaki o kadar insan...”
“Hepsi sen. Senin başka cisimlerin.”
“Bekle. Herkes ben miyim?!”
Sırtına bir tebrik şaplağı ile beraber “İşte şimdi taşlar yerine oturuyor,” dedim.
“Bütün zamanlarda yaşayan bütün insanlar ben miyim?”
“Ve yaşayacak olan, evet.”
“Abraham Lincoln ben miyim?”
“Onu öldüren John Wilkes Booth da sen,” diye ekledim.
Dehşet içinde “Hitler’im?” dedin.
“Ve öldürdüğü milyonlarsın.”
“İsa’yım?”
“Ve onu takip eden herkes.”
Sessizliğe gömüldün.
“Ne zaman birine haksızlık etsen,” dedim, “kendine haksızlık ediyordun. Yaptığın bütün iyilikleri de kendine yaptın. Yaşanmış ve yaşanacak olan bütün mutlu ve üzgün anlar, senin tarafından yaşanacak.”
Düşünceye daldın.
“Neden?” diye sordun. “Bunları neden yaparsın ki?”
“Çünkü, bir gün, sen de benim gibi olacaksın. Çünkü bu sensin. Sen benim türümdensin. Sen benim çocuğumsun.”
İnanamayarak, “Ne?!” dedin. “Benim de bir tanrı olduğumu mu söylüyorsun?”
“Hayır. Daha değil. Sen ceninsin. Hala büyüyorsun. Bütün zamanlardaki bütün insan hayatlarını yaşadığın zaman, doğacak kadar büyümüş olacaksın.”
“Yani bütün evren,” dedin, “sadece...”
“Yumurta.” diye yanıtladım. “Yeni hayatına başlamanın zamanı geldi.”
Ve seni yoluna gönderdim.
Tüm Substack yazarlarına teşekkür ederim. Yazmış olduklarınız ve yazacaklarınız için: Kaleminize sağlık.
Sağlıklı, canlı günler dilerim.
Görüşmek üzere.
Duygudaşlık, 12-13 görünüşte birbirine benzemeyen insanın bir arzu ile hem de sadece bireyler olarak değil tüm yanlarında bulunmak isteyenleri ile birlikte bütünleşme isteği...
Aslında hayat seni, beni, onu otomatikman bir topluluğa yerleştiriyor. Bunu seçemiyoruz ve bulunmak zorunda kalıyoruz. O otomatik yerleşme de bulunanlar aslında bizi de ifade etmiyorlar. Bunu kavradigimiz an gerçek duyguyu aramaya başlıyoruz. Belki bilinçli belki de bilinçsiz olarak.
İşte o duygudaşlık bu arayışların evrene bir mesajı ve doğru mesajların doğru zamanda birbirini bulması. İşin özü hayatta asla tesadüfler yoktur. Mutlaka nedenler vardır.
Saygılarımla
Evet bazı yazılara kalp bırakmak yetmiyor, bunun gibi 😉 Ne iyi geldi “duygudaşlık” diye yeni bir kelime öğrenmek… Aslında tanıdık olan ama derinlemesine bilmediğimi farkettiğim 💙